“Real Change” / “Gerçek Değişim” Kitabından Alıntılar #4 / Derin üzüntüden duygusal dayanıklılığa

real-change-raquel-habib-gerçek-değişim.png

Sharon Salzberg’ün “Real Change/ Gerçek Değişim” kitabının 4. bölümündeyiz bu hafta. Ve ben en çok ihtiyacını duyabileceğimizi düşündüğüm oldukça kritik bir zamanda yayınlanan bu kitabın önemli bulduğum kısımlarını sizler için tercüme etmeye devam ediyorum.

Bu bölümde, yaşadığımız üzüntü, keder, yas gibi duygulardan duygusal dayanıklılığa geçen sürece değiniyor Salberg; ve şöyle diyor:

Binlerce yıl öncesinin kadim öğretileri, hayatta çektiğimiz bir çok acının, örneğin yaşlanma, hastalık, sevdiklerimizden ayrılma, ölüm korkusu vb. hayatın bir gerçeği olduğuna işaret ediyorlardı.

Ben bu duruma kendimce “Bazı şeyler acı verir.” diyorum.

BAZI ŞEYLER ACI VERİR.

Hayatımızı yaşarken bazı zorlu dönemlerin ve talihsizliklerin olması kaçınılmazdır. Bir yandan hayatta bazı şeylerin gerçekten acı verdiğine inansam da, bir yandan da var olan acıyı daha fazla arttırmamızın gereksiz olduğuna inanıyorum. Biz meditasyon ve Mindfulness hocalarının esas başarmaya çalıştığı tam da bu aslında.

ACI VEREN DUYGUYA KARŞI TUTUMUMUZ: ŞEFKAT

Bu noktada acı veren duygunun bizi tamamen himayesi altına almasına izin vermeden onun varlığını nasıl fark edebiliriz?

Öncelikle içinde yaşadığımız toplumda, hayatımızda var olan acılara karşı sanki onlar yokmuş gibi davranmak, görmemezlikten gelmek veya “tedavi edilmesi” gereken bir şeymiş gibi yaklaşıldığını kabul etmekle başlayabiliriz belki. Böyle bir ortamda oluşabilecek duyguları kabul etmek bazı insanlar için özellikle zor olabilir.

Şefkat kasımızı geliştirmek bizi öfke, kızgınlık, sabırsızlık ve hayal kırıklığı gibi “daha ​​az erdemli” duyguların ötesine taşıyabilir. Ancak, daha da önemlisi şefkat kasımızı geliştirerek bize acı veren şeylerin var olduğunu da anlayabilir ve kabullenebiliriz.

Bu açıdan “bu dünyada acıların var olduğu” ifadesi özgürleştirici bir ifadedir. “Olanı olduğu gibi kabul etmenin” en radikal yanı, basitliğinde gizli olan bilgeliktedir.

YAS = SEVGİNİN ÖZLEDİĞİNİ ONURLANDIRMASI

Acı, bazen yıkıcı olabilecek kadar güçlü bir seviyeye ulaşabilir. Bu duyguya yaşamımızda YAS diyoruz. Bu yoğun duygusal deneyim sadece ölen birinin kaybıyla sınırlanamaz. İster bir kişi, ister bir dizi ideal düşünce, ister umutlarımız isterse hayallerimiz için olsun, yas her türlü derin kaybın deneyimi olarak ortaya çıkabilir. Önümüzde çözülmekte olan bir dünyada bir sonraki adımı atmamız zordur.

Yazar Martín Prechtel, "Kaybettiğimiz biri, bir ülke veya ev için yüksek sesle ifade edilen yas ya da keder, kaybettiklerimize verebileceğimiz en büyük övgüdür." diyor. "Yas bir övgüdür, çünkü sevginin özlediğini onurlandırmasının doğal yolu budur."

Kederi, yası bu şekilde görmek yaşadıklarımıza saygı duymamıza yardımcı olur.

ÜZÜNTÜ, YASIN VE KEDERİN İÇİNDEKİ SEVGİNİN VARLIĞINI KABUL ETMEK…

Gazeteci Dahr Jamail, gezegenimiz için tuttuğu yas hakkında şöyle yazıyor: “Ne zaman yaşadığımız gezegenin tükendiğine dair bir bilimsel çalışma ya da haber yayınlansa, gezegene yaptığımız ve yapmakta olduğumuz şeyler için kalbim parçalanıyor.”

“Gezegenimize olanlar için üzülmek aynı zamanda bana en küçük, en sıradan şeyler için bile minnettarlık duymama sebep oluyor.”

“Yas, aynı zamanda kaybettiğimizi onurlandırmanın da bir yoludur. Dünyanın olası yok oluşumuzu kabul etmem, hayatın kendisiyle daha samimi ve içten bir birleşmeye yol açıyor. Kederliyim ancak yine de hiç bu kadar canlı hissetmedim kendimi. Biyosfer çöktükçe kaçınılmaz olan keder ve ıstıraba katlanırken, aynı zamanda bir kabullenme ve iç huzur noktasına ulaşmanın mümkün olduğunu keşfettim.”

“OLAN OLDU.”

2001 yılında Amerikan topraklarında tarihin en büyük terör saldırısı 11 Eylül'ün yıldönümünde Dalai Lama'nın bir konuşmasına katılmıştım. Acı içinde bir çok insan bitkin bir halde içeri girdiler.

Dalai Lama’nın konuşmasında sarf ettiği sözler, kolayca yanlış anlaşılabilecek veya fazlasıyla basit algılanabilecek bir tondaydı ancak benim üzerimde derin bir etkisi oldu. "11 Eylül ile ilgili olarak, olan oldu." dedi.

Bu sözleri duyunca, sanki ters bir şey yerine oturmuş gibi bir rahatlama hissettim. Ben zaten 11 Eylül’ün kesinlikle olup bittiğinin farkındaydım. Ancak herhangi bir travmatik olayda, "olan oldu"yu beden, zihin ve ruh ile bütünleştirerek anlayabilmemiz için zamana ihtiyacımız olabilir. Dalai Lama'nın sözlerinden sonra, o an hissettiklerimi yorumlama veya duygularımı şekillendirme eğilimimi bırakabildim ve kalbime doğru geleni basitçe fark edebilmeye doğrudan bağlanabildim.

DUYGUSAL DAYANIKLILIK OLUŞTURMAK /

Üzüntümüze, acımıza ve kaybımıza gerçekten dokunma ihtiyacımız olduğunu kabul etmemiz, gerçek değişimin doğduğu ve duygusal dayanıklılığımızı gelişmeye başladığımız yerdir. Kendi acımıza daha fazla mevcudiyetimizle ve şefkatle karşılık verdiğimizde, başkalarının acısına karşı cevap verebilmek için sahip olduğumuz enerji önemli ölçüde artar. Aynı şekilde onlara olan ilgimiz ve bağımız da.

Duygusal dayanıklılık; cesurca yanıt verebilme alışkanlığınızı geliştirdikçe veya uç bir noktaya gelmeden acıyla durabildiğiniz sürece güçlenen bir yetidir.

Bir noktada, eğildiğinizi ama kırılmadığınızı fark edersiniz. Güçlü meşe ağaçları gibi.

Dünyada değişiklik yaratmak için çalışırken her zaman karşımıza engeller, aksilikler çıkacaktır. Zorluklarla karşılaştığımızda tekrar silkelenip ayağa kalkabilmeliyiz. Geri dönebilmeliyiz. Tabii ki, ilk başta başarısızlık hissine kapılabiliriz ancak sonra baştan başlarız. Eğer katı bir anlayışla değişime karşı bir çabaya girerseniz, her hangi bir zorlukla karşılaştığınızda hikayenin sonu gibi gelir size ve işte o zaman kendinizi boğulmuş gibi hissedersiniz.

Aktivist Joel Daniels ile “Hayal kırıklığı karşısında dayanıklılığı nasıl geliştirebilirim?”” hakkında konuştuk. Şöyle diyor kendisi:

“Konu benim için dünyaya nasıl tepki verdiğimle ilişki kurabilmekle başlıyor. Ve her zaman sevgiyle karşılık vermeyeceğimi de kabul etmem gerekiyor. Bazen terbiyesiz biriymiş gibi cevap verebiliyor. Ve doğrusunu bildiğim halde aksi harekette bulunduğum için kendimi affetmeyi de kendime hatırlatmam gerekebiliyor. Yine de bana gerçekten yardımcı olan şey - ki her zaman işe yarar - nefesime geri dönmektir.”

“Bu metotla geri dönüp şöyle diyebiliyorum kendime, "Tamam, şimdi bu şekilde yanıt vermem gerekiyor, çünkü bunu daha önce yaşadım, biliyorum." Yaşlandıkça, kırılganlığımla da barışmak bana daha dürüst geliyor. Acıyı olduğu gibi görebiliyorum. Onunla durabiliyorum. Kabul edebiliyorum. Ben onunla yan yan yaşanan komşular gibiyiz. Ve bu acının sonunda benden uzaklaşacağını biliyorum.”

Gerçekten korkunç bir şey yaşadığımızı hissettiğimizde, genellikle bu duygunun kendi başına var olmasına izin vermeyiz. Onun yerine, durumu daha da kötüleştiririz. Belki de olumsuz duygularımızı bırakamadığımız için kendimizi yargılıyoruz; belki geçmiş hakkında kapsamlı bir şekilde düşünüyor ve pişmanlık veya suçluluk duygusuyla yoruluyoruz; belki de geleceğe doğru tahminler yürütmeye başlıyor ve acının asla geçmeyeceğine ve azalmayacağına dair kendimizi ikna ediyoruz.

Durumun mevcut ayrıntıları veya durumu kendimiz için nasıl daha da kötüleştirdiğimize dair ayrıntılar ne olursa olsun, bu şartlanmamızın gücünden gelen ortak bir tepkidir.

Meditasyonun acıyı hafifletmeye yardımcı olmasının nedeni budur. Popüler mitlere rağmen meditasyon bizi düşüncelerimizden ve hislerimizden arındırmaz, ancak deneyimlerimizle daha doğrudan bir ilişki kurmamızı destekler. Bazıları için ise meditasyon çok destekleyicidir, çünkü acımızın kaynağının daha fazla farkına varmamızı sağlar. Sonuç olarak, inkar, kendini yargılama veya gelip geçici şeylerle mutluluk arama gibi tepkilere daha az bel bağlarız. Acı çekmeyi daha doğrudan deneyimleyerek, ancak bunalmadan, anında tepki vermek yerine durumlarımıza düşünceli bir şekilde yanıt vermeyi öğrenebiliriz.

Meditasyon eğitiminin kazanımlarıyla paralel olan şu: Acele eyleme geçmektense; durabilme yeteneğimizin ve tepkiselliğimizin olağan karmaşası içinde gizlenmiş seçenekleri görebilmemiz için alan açarak; geri çekilmeden hissettiğimiz ıstırapla olabilme yeteneğimizin artmasıdır bu.

Acı konusunda dürüst olduğumuzda bunun derin ve hayatın kaçınılmaz parçası, sürekli tekrar eden durum ve hemen bir çözümü olan bir şey olmadığını anlıyoruz. Ama aynı zamanda şunu da anlıyoruz ki yalnız değiliz.

ACIYA ŞEKİL VERMEK

Duygusal dayanıklılığın bizden beklentisi, sadece şu an içinde bir yanıt vermemiz. Bu uzun vadeli bir kişisel gelişim planı değil. Olana açık olmak. Duygularınızdan korkmayın. Koşullandırılmış düşünceleri bir kenara bırakın. Joel Daniels “Vücuduma geri dönmeye çalışmanın en iyi çözüm olduğuna inanıyorum” diyor. Düz mü oturuyorum? Nasıl nefes alıyorum. Sığ nefes alıyor muyum? Bunu ne kadar çok yaparsam, oradan ayrıldığımda kendimi yakalamak o kadar kolaylaşır.”

HAYAT SİZİ UNUTMADI

Birine ulaşarak veya birinin size ulaşmasına izin vererek farklı bir ilişkiye doğru küçük bir adım atabilirsiniz. Yeni bir ilişki kurma şekli kurun - kelimelerle, resimlerle veya yiyeceklerle veya yabancı olduğunuz kişilere dikkat etme biçiminizle veya kendi vücudunuzla veya birlikte çalıştığınız kişilerle…

Dinleyin. Bilinmeyene doğru küçük bir adım atın, sonuç odaklı olmadan hareket etmeye, farklı bir anlam arayışına doğru. Evet, bazı şeyler acı veriyor. Ve ne olursa olsun bu konuda yalnız değiliz. Size uzanan ele doğru bir adım atın veya siz yardım eli uzatın birisine.

Avusturyalı yazar Rainer Maria Rilke'nin yazdığı gibi, "Öyleyse korkmamalısın… eğer ışık ve bulut gölgeleri gibi bir huzursuzluk geçerse ellerinizin arasında ve yaptığınız her şeyi kaplarsa; bugüne kadar görmediğin büyüklükte bir üzüntü yükselirse. Sana bir şeyler olduğunu düşün ve hayatın seni unutmadığını ve hayatın seni ellerinin içinde tutacağını ve hiç bırakmayacağını düşün.”

Herhangi bir zamanda ne kadar umutsuzluğa kapılsak da, aslında hayatın temel akışından veya birbirimizden kopmuş değiliz. Bir süre sessiz kalır ve dikkatimizi verirsek, bu gerçeği fark edebiliriz.

Sevgiyle kalın,

An’da kalın.

Raquel Habib / Değişim Anda Başlar.™

Previous
Previous

“Mindful” Liderlerin 4 Temel Özelliği

Next
Next

Anksiyete ile ilgili Gerçekler #2 / Anksiyete, “Burada ve An’da” olmadığınız zamanlarda artar.