Equanimity

Pazartesi günü yaptığım IG yayınında, Sharon Salzberg’ün “Real Change” kitabını referans alarak İngilizce “Equanimity” kelimesinin anlamına dair kısa bir giriş yapmaya çalışmıştım.

equanimity-raquel-habib

Sharon Salzberg’ün kitabının son bölümünü bu konuya ayırmasının da özel bir anlamı var bence. Zira bu sözcüğün bizde uyandırdıkları, daha doğrusu hatırlattıkları, hayatımızda yaratacağımız koşulsuz mutluluğun, iç huzurun ve hakikate uyanışımızın da sırrını içeriyor bir bakıma. Tek bir IG yayınına sığmaz elbette ancak yine de benim anladığım kadarıyla kavramsal olarak da olsa biraz açmaya çalışacağım bu “güzel” sözcüğü.

“Güzel” diyorum, zira bu sözcük Budist psikoloji literatüründe “zihnin evrensel ve en güzel hallerinden biri” olarak tanımlanıyor. O nedenle zihnimizin bu güzel yanını geliştirmek yukarıda sözünü ettiğim gerçeğe “uyanışta” önemli bir rol oynuyor. Tıpkı inanç, güven, öz-saygı, farkındalık, tok gözlülük, sevgi gibi zihnimizin diğer güzel ve evrensel hallerinde olduğu gibi…

“Equanimity”in bir başka tercümesi de “zıt kutupların ya da en uç noktaların ortasında bir yerde” olarak ifade ediliyor. Nasıl hayatımız güzel-çirkin, tatlı-tuzlu, güneş-fırtına, gece-gündüz, neşe-acı, mutluluk-hüzün, doğru-yanlış gibi birbirine zıt durumlar içeriyorsa, bu durumların tam ortasında bir yerde farkındalıkla, sakin, dengeli ve ağırbaşlı bir duruş sergileyebilmeyi ifade ediyor.

İşte, hayatımızda zihnimizin bu özelliğini geliştirip beslediğimizde yukarıda bahsettiğim zıt kutuplar arasında yaşadığımız değişim rüzgarlarına karşı etkilenmeden, sarsılmadan, yıkılmadan durabilmeyi, bu güzel güce sahip olduğumuzu hatırlatabiliyoruz kendimize. Tıpkı kökleri sağlam bir ağaç gibi olabilmek. Fırtına da olsa, yağmur da, güneş de orada olanı tüm farkındalığımızla ve şefkatimizle kucaklayabilmek.

Bu özelliği anlamaya çalışırken biraz dikkatli olmamız da gerekiyor, zira kolaylıkla yanlış anlamalara neden olabiliyor ya da diğer başka durumlarla karıştırılabiliyor. Nedir bu durumlar: Kayıtsızlık, vurdum duymazlık, ilgisizlik, duygusuzluk, hissizlik, kopukluk…Bu durumlar dışardan “Equanimity” özelliği gibi görünse de, aslında onun bize zarar veren taklitlerinden başka bir şey değildir. Oysa Equanimity özeliiği, ölçülemez kadar geniş ve ulvi bir kapasiteyi temsil etmekte ve o nedenle zihnin güzel bir özelliği olarak tanımlanıyor. Bu anlamda kayıtsızlığı değil, alabildiğine geniş bir tarafsızlığı temsil edebiliyor “Equanimity”.

Zihnimizin bu güzel özelliğini, kavramsal tanımının da dışına çıkarak, günlük yaşamımızda karşımıza çıkan zorluklar ve değişim rüzgarları karşısında bize sağladığı “huzur ve denge hissiyle” duyumsayabiliriz. İçinden geçtiğimiz değişim evreleri kendini bize kimi zaman “kazanım ya da kayıp”, “suçlama ya da övgü”, “ün ya da itibardan düşme”, “zevk ya da acı” formunda gösterebiliyor. İşte bize sadece mutluluk ve zevk veren durumlardan değil, acı ve ıstırap veren durumlardan da geçerken yukarıda bahsettiğim sapasağlam, yıkılmadan ayakta durabilme halimizi koruyabilmek, huzur ve denge haline gelebilmek “Equanimity”nin özünü oluşturuyor.

Jon kabat zinn’in “Dalgaları engellemeyiz ancak sörf yapmayı öğrenebiliriz.” sözü de aynı noktayı işaret ediyor. Yine aynı şekilde, zor durumlarla karşılaştığımızda alışkanlıklarımızla ani tepkiler vermek yerine farkındalıkla ve ustaca bir cevap oluşturabilmemiz de bu durumu sembolize ediyor.

Hayatımızda bu “kazanım-kayıp” durumlarını hepimiz yaşıyoruz, Bazen duygusal olarak, bazen maddi olarak. Ne zaman ki devreye “ben”, “benim”, “bana ait” gibi hislerimiz devreye giriyor, ağır basmaya başlıyor ve içimizde ona tutunma arzusu besliyoruz, işte o zaman acı çekmeye başlıyoruz.

Japon Sair ve Rahip Ryokan’ın bir hikayesi var. Kendisi yok denecek kadar az bir mal varlığı ile son derece mazbut bir hayat sürer yaşadığı yerde belki bir tabak, bir iki çatal kaşık…Bir gün bir hırsız gelir ve sahip olduğu bu 3-5 malı da alıp götürür. Ryokan, o an oturur ve bir Haiku (Kısa Şiir) yazar. Şöyle der şiirinde; “Hırsız giderken evimin camımdaki ay’ı geride bıraktı.” Böyle geniş bir olma halini temsil ediyor “Equanimity”.

Bu şiir bana çok yakın zamanda duyduğum bir anektodu hatırlattı: Geçen haftalarda Her Salı düzenlediğim “Hepimiz Bir’iz” Mindfulness buluşmamızda sevgili Umut Kısa konuğum olmuştu. Kendisi rahmetli babasından bahsederken şöyle bir hikayesini aktardı bizlere. Bir gün bir hırsız gelir ve Umut Kısa’nın çok sevdiği motosikletini çalar. Umut, bir hışımla bu olayı babasına anlattığında, babası gayet sakin bir şekilde şöyle der kendisine: “ E varmış ki, almış.”

Zihnimizin bu özelliğini biraz yakından incelediğimizde, bu ustaca verilen cevabın gerisinde  “şefkat”in ve “sabrın” yatıyor olduğunu görebiliriz. Çünkü şefkat, acıya ve ıstıraba karşı kalbin verdiği bir cevap. “Equanimity”, bize bu şefkati dengeli, sakin, sabırlı ve ağırbaşlı bir duruşu sergilememize alan açıyor.

Bazen tamamen alışkanlık ve koşullanmalarımızla verdiğimiz tepkilerimiz olabiliyor. O nedenle, doğal olarak güzel ve keyif veren durumlara doğru eğilim gösterirken, bize rahatsızlık, sıkıntı yaratan durumları da kendimizden uzaklaştırma gibi eğilimlerimizi, yargısızca karşımıza alıp izlemek bize yeni iç görüler kazandırabilir.

Bu noktada belki Mevlana’nın “Kim olursan ol gel.” sözlerini sadece insanları ima eden şekilde değil, iyi ve zor her türlü durumları da ima eder şekilde algılamalıyız.

Örneğin, her şeyin değişime uğradığını; güzelin ve iyinin olduğu kadar bize huzursuzluk veren durumların da değişen ve gelip geçen durumlar olduğunu ve bunun da her şeyin doğasında olduğu gerçeğini hatırlayabiliriz.

Mindfulness öğretmeni Joseph Goldstein, zor durumlarda kendine şu cümleyi hatırlattığını söylüyor: “ Her şey, her zaman değişebilir.”

Belki de hayatımızda her şeyin gelip geçici olduğunu bize hissettiren en güzel metafor gökkuşağı’ dır. Dışardan rengarenk görünen bu doğa harikasının aslında gözümüze göründüğü gibi olmadığı, ancak onun belli bir zamanda belli etkenlerin bir araya gelmesiyle oluştuğunu ve kısa bir zaman içinde yok olduğunu görebiliriz.

Sabırlı bir şekilde, sakin, dengeli, farkındalıklı ve şefkatli duruşumuzu hatırlayabildiğimizde, geliştirdiğimizde ve bu özelliğimize alan açabildiğimizde her şey kendiliğinden yerli yerine oturacaktır.

Sevgiyle Kalın,

An’da kalın.

 

Previous
Previous

An.trakt /

Next
Next

Anksiyete ile ilgili gerçekler #7 / Yaşadığınız anksiyete konusunda yalnız değilsiniz.