Kovan boşken veremezsin!

raquel habib yazıları

“Fedakarlık”, bir amaç uğruna zorlukları göğüslemek demekmiş.

Özveri demekmiş.

ÖZ-VERİ…Özümden vermek!

Bu kelimeyi bir anda yüksek sesle söyleyince insanın üzerinizde sarsıcı bir etki yaratabiliyor.

Başkalarına özverili bir noktadan destek olmak, alan tutmak, her ne ise ihtiyaçlarının karşılanmasına katkıda bulunmak ne kadar büyük bir manevi tatmin ve mutluluk verir insana!

Tabii kendinizi de sürekli “charge” edebildiğiniz sürece…

Bir dönem “Herkes için her şeyi yapabilirim. Herkese destek olabilirim.” diye düşünüyordum.

Her yaptığımı gönülden yapıyor ve bundan da büyük keyif alıyordum. Enerjim, gücüm, imkânın, vaktim varken her şey harikaydı. Kendinden verirken birilerine dokunmak, insana yaşadığını hissettiren eşsiz bir duygu.

Geriye dönüp baktığımda ve “öz-veri” eyleminin NE ZAMAN “çıkmaz”a girdiğini sorguladığımda şu cevaba varıyorum: Kendi kovam boşken ya da yeterince dolu değilken verdiğim zamanlarda…

Maalesef ben ilk başlarda bu dengeyi göremiyordum. Kovamdaki azalmaya başladığında ve yeterince veremediğimi düşündüğümde beni etkisi altına alan düşünce kalıpları da kalbimin duvarlarını sarmaya başlamıştı. Ve dengeler çoktan değişmişti. İçimde sürekli “Değerimi bilmiyorlar; bak, ben neler yapıyorum, onlar bunu cepte garanti sanıyorlar; ben çok anlayışlıyım, onlar değil” gibi kırgın ve kızgın sesler duymaya başlamıştım.

Gelin bir hesap yapalım:

0’dan 5 çıkar mı?

Tükendiğin noktada,

Kendinden yersin.

Eksiye geçersin.

Ve tabi ki uykudaysan, her şeyin sorumlusunu dışarıda ararsın.

Etrafındakileri düşüncesizlikle suçlamaya başlarsın.

Tıpkı eski-ben gibi.

Konuşmalar başlar; ama İÇİNDEN.

“Hep ben verdim; bir kere de anlasınlar şu an veremeyecek durumda olduğumu.” dersin.

Sorunda bu ya, ya içinden dersin ya da öfke ile patlarsın, ya da küsersin.

Duyulamazsın, anlaşılmazsın!

Çünkü asıl ihtiyacın olan “kovanı doldurma” halinden ancak senin sorumlu olduğunun farkına varmaktır. Sen eğer kendi kovanı dolduramazsan, kimse senin için dolduramaz.

Ve kovanı doldurmazsan, etrafındakiler ile paylaşacak bir şeyin de kalmaz.

Bu psikolojik bir bakış acısı değil, net bir matematik hesabıdır aslında.

Herkesin kovasının büyüklüğü, dolma süresi ve doluş biçimi kendine özgüdür.

Ancak tek ortak gerçek, herkesin kendi kovasından sorumlu olduğudur.

Sorumluluğu sizde olan BOŞ bir kovanız var ise, boşaldığı için kimseyi suçlayamazsınız.

Onu nasıl ve ne oranda paylaşacağınıza da, doldurup doldurmamaya da siz karar verirsiniz.

Kovayı nasıl dolduracağınız konusuna gelince… O konuyu da ayrı bir yazıda ele alacağım. Ancak yine de kişiden kişiye göre değişen yöntemler olabileceğini söylemekle yetinirken, bir ipucu vermeden de geçmeyelim: Örneğin “Hayır” demeyi öğrenebilmek…

Bu satırları size yazıyorum belki ama bir anlamda kendi hikayemi de kendime hatırlatıyorum aslında. Bilirsiniz ya, insan bazen farkında olmadan kendiyle ilgili zor meseleleri anlatırken ikinci tekil şahıs (sen), sahiplenmesi keyifli ve güzel şeyleri anlatırken ise birinci tekil şahsa (ben) baş vurur.

Benim için de sanırım itiraf etmesi zor bir yer olduğu için sen diline geçivermişim. Anlayışınıza sığınıyorum dostlar. Kelamım ve anımsatmam kendimedir.

Yine de siz de okurken kendinize pay çıkartırsanız ne ala. Hatta sözcüklerimin siz de uyandırdığı his ve düşünceleri de benimle paylaşırsanız büyük bir zevkle okurum.

Merakla bekliyorum sizin kendi KOVANIZI DOLUDURMA hikayelerinizi…

Sevgi ile kalın,

An’da kalın.

Previous
Previous

That bird got my wings / O kuş benim kanatlarımı taşıyor.

Next
Next

Sarpa saran zihnimiz /