Hayata Güven!
Hayat emsalsiz bir öğretmen.
Öğrenmekse sancılı bir süreç.
“Sancılı” derken kulağa olumsuz gelen ve ürküten bir anlam yüklemek istemiyorum sözlerime.
Ancak tıpkı doğum gibi; bir can dünyaya gelirken anne sancı çeker, bebekse bir mücadele içerisinde rahim kanalından geçerek dünyayı selamlar.
İkisi de yorulur.
Ancak olaya nasıl bakarsa, süreci öyle yaşıyor insan.
Yıllar önce yaptığım Peru’yu seyahatimde bir Şaman kadın ile tanışmıştım. Kendisi, doğumun acı verdiği kadar orgazm olarak da yaşanabileceğini söylediğinde şaşırmıştım.
Orgazm mı? Doğum haz mı veriyordu?
İnsanlar uzandıkları yerde acıyla kıvranırken nasıl bir haz alabilirlerdi ki?
Yıllar içinde anladım ki, durum bakış açımızı ve zihnimizi hazırlama hali ile ilgili.
Acının büyük bir kısmı, bizim duruma ve olaya verdiğimiz anlamla ilgili.
Beyinde acı reseptörümüz ile haz ve duygu reseptörümüz aynı yerde olduğundan,
hepsini algılama biçimimiz aynı noktadan kontrol ediliyor.
Bu bilgi, yıllarca pratik ettiklerim, deneyimlediklerim ve Sinan Canan hocam ile aldığım Nöro-bilim eğitiminde öğrendiklerimle de örtüşünce her şey anlam buldu.
Bir süre önce, canımın canı olan biri ile deneyimlediğim üzücü bir diyalogdan sonra 10 dk içinde toparlanmamın ve eski kontrolsüz tepkilerimden farklı bir seçim yapabilmemin sebebi de yukarıda bahsettiğim gibi algımı değiştirebilmiş olmamdı.
Sevdiğim, her şeyin üzerinde tuttuğum ve korumaya çalıştığım bu kişi dönüp de bana suçlayıcı cümleler sarf ettiğinde içimde “Bana bunu nasıl yapar! Beni nasıl anlamaz!” diye bağıran isyankar bir ses yükselmeye başlamıştı.
Söylediği her kelime kalbime bıçak gibi saplandığında algım bulanıklaştı. Üzerimde birden karşımdaki kişiyi düşmanım gibi görüp kendimi savunmam gerektiği algısının oluşmaya başladığını farkına bile varmadım.
Sonra birden bedenimde bir acı ile uyandım.
Canım çok acıyordu. (Duygu reseptörlerimiz ile acı reseptörlerimiz beyinde aynı yerde olduğundan bedenimde duygumun yansımasını algılıyordum..)
Zihnim ise “Haksızlık bu bana.” diyordu.
Sonra bir anda hatırladım.
“Sen ona niye kızıyorsun?” diye sordum kendime.
O senin pencerenden bakamıyor, empati yapamıyor diye.
İşte işin sırrı bu dedim. Ve tekrar uyandım.
Hemen içsel yolculukta her zaman yaptığım pratiklerime başladım.
O kendi algısı ile kendi düşünce girdabında idi,
Kendi duygularının etkisinde, ben de kendiminkilerindeydim.
Bağlantımız kopmuştu.
Öyle ise “Ben düşüncelerim değilim.” diye her yerde yazıyor ve söylüyorsam şu an bunu pratik etmenin tam zamanı dedim.
Ben bu düşünceye tutunmazsam ben kimim dedim.
Ve düşünceyi bırakabildim.
Ancak duygum halen acı veriyordu.
Onu bırakmak daha zordu.
Biraz onunla kaldım. Sabırla ve şefkatle.
Bedenimde duygumun yansıdığı yere baktım, oraya nefes aldım;
ve duygum hafifledi.
Önce kendim ve sonra onun ile artık yeni bir yerden, duyguların sıkışmadığı bir yerden bağlantı kurabilmeye başladım.
Başka bir deyişle, duygularımla sörf yapabilmiştim.
Dalgalar beklenmedik yerlerden, beklemediğim boyutlarda gelmişti.
Önce sörf tahtasından düşsem bile, ayağa kalkabilmiştim.
Şimdi ise, gün batımında sörf tahtam ve sıcak çayım yanımda,
Kulağımda sakin bir melodi,
Günün yorgunluğunu atarken bu satırları yazıyorum…
Sürece güveniyorum.
Hayata güveniyorum.
Kendime güveniyorum.
Sevgi ile kalın,
An’da kalın.